29 Ekim 2008 Çarşamba

29 Ekim 2008

29 Ekim'in işe gitmeyecekleri bir resmi tatil dışında bir anlamı olduğunu bilen, kavrayan, özümseyenler ve kutlayanlar! Hep birlikte gözlerimizi kapatıp, gönülden, ruhumuzun en derin yerinden, inanarak konsantre olup yaparsak başarabiliriz. Hep birlikte beddua edersek eminim tutacaktır;

"Cumhuriyet'ime el ve dil uzatma cüreti gösteren herkesin Allah canını alsın inşallah!"

Amin...

22 Ekim 2008 Çarşamba

Yaslanmak

Yaslanmak; kendini bir yere dayamak.
Nereye yaslanırsınız? Bi yerde beklerken yanınızdaki duvara veya çite yaslanırsınız yorulmamak için ya da sevgilinize veya bir dostunuza yaslanırsınız, güven, sevgi belirtisi olarak ve belki huzur duymak için.

Peki hiç tanımadığım bi adam, banka, otobüs ya da benzeri bir şeyin kuyruğunda neden yaslanır abicim?

Bu millet kendini bildiğinden beri kuyruk bekliyor değil mi? Hatta genlerimize bile işlemiş olmalı, genetik miras, Türk insanının genetik becerisi, kuyrukta beklemeye hazır bir şekilde doğmak. Peki neden hala öğrenemedik kardeşim kuyrukta beklemeyi? Önündeki adamın üstüne çıkarak ne elde ediyosun ki? Hayır, cebimden cüzdanımı falan almaya çalışıyor olsan anlayacağım, al sonra da s.ktr git ama o da değil, öylece duruyo herif yaslanmış...
Nedir, ruh hastası falan mısın ya da çocukken kimse sana şefkat mi göstermedi? Sıcaklık falan mı arıyorsun? Eğer öyleyse söyleyeyim; yanlış yerde arıyosun o sıcaklığı çünkü biraz daha yaslanırsan gözünün üstüne sağlam bir sıcaklık gömeceğim!

Bu neden böyle biri bana anlatabilir mi? Neden insan gibi bekleyemiyoruz? Ulan bir adım geride dur be! Hadi bunu geçtim bi de "yığılma" var... Önündeki ilerleyemediğinde, onun yanına geçmek suretiyle yığılmak... Ulan, önündeki ilerleyebilse ilerlerdi heralde, orada nöbet tutmuyor ya, sen neden yanına geçiyorsun? "Kardeş sen ilerleyemedin bak böyle ilerleyeceksin ben sana göstereyim" bu mudur? Bir de metroda falan oluyor, ineceğin durağa yaklaşıyorsun, kapının önündesin, kapı bir açılıyor, karşında 50 kişi yığılmış, ite kaka içeri girmeye çalışıyor. Ben daha çıkamadım ki sen nereye giriyorsun? Neyse ki öyle ufak tefek değilim de, çarpa çarpa yarıp geçiyorum o kalabalığı, hem de öyle yan dönerek falan değil, iyice kabarıp, genişleyip ittire ittire, vura vura... Bir de dönüp "yavaş kardeşim" demiyorlar mı? Ulan ayı (gerçek ayılardan özür diliyorum), önce ben inicem, sen sonra bineceksin, bunu artık öğren ya...

Ne pis heriflermişsiniz siz be!

20 Ekim 2008 Pazartesi

Sol Şerit

Bir şeyi anlamak çok zor; bu kadar sağ meyilli, sağlak iki ayaklıların çoğunluğunu oluşturduğu bir toplum, nasıl oluyor da bu kadar sol şerit manyağı oluyor? Üstüne üstlük, bu kadar yavaş giderlerken.

Aslında bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Bunlar genellikle neyi ne için kullandıklarını bilmezler. Kural, kaide, hiçbir şeyden haberleri olmadığı için, öylesine, şans eseri yaşayıp giderler. O yolun neden şeritlere ayrıldığını ve o şeritlerin kullanım amacını bilmezler. Sen 100 km/s ile giderken, orta şeritten, sırf önündeki arabayı sevmediği için, sinyal dahi vermeden önüne atlarlar ve senin hızını keserler. Daha kötü senaryoda, senin de aniden fren yapmana sebep olup arkandakinin sana çarpmasına sebep olurlar.

Ey beyinsizler, sol şerit hızlanma şerididir, hızlı giden araçlar kullansın diyedir. Sizin gibi moronların, etraflarını seyrede seyrede, tavuk gibi 60-70 ile gitmeleri için değildir. 60-70 ile gidenlerin yeri sağ şerit, orası doluysa da orta şerittir. Yavaş gitmekte bir sorun yok, yeter ki doğru şeridi kullanın. Siz moronlar yüzünden bu şehirde sağ şerit daha hızlı akıyor. Acelen var ve bir yere yetişmen gerekiyorsa, slalomlarla ilerlemek zorunda kalıyorsun.

Daha geldiği şehirde nasıl davranmasını, nasıl yaşaması gerektiğini bilmeyen ve inatla da öğrenmeyen binlerce iki ayaklının, trafikte uygun bir biçimde seyir etmesini beklemek saçma olurdu zaten. İstanbul'dan nefret etme sebeplerimden ilki budur!

19 Ekim 2008 Pazar

Yeni Ford Fiesta

Korkunç!
Dün, otomobil fuarına tek bir amaçla gittim; yeni Fiesta'yı görmek. Daha önce internetten resimlerini vs. görmüş ve hiç beğenmemiştim, ama yakından görmek, dokunmak başka birşeydir her zaman ancak 2008 model bir Ford Fiesta kullanıcısı olarak, bu yeni Fiesta'yı hiç ama hiç beğenmedim!

Bir Opel Corsa, Hyundai i30 ya da daha kötüsü; o koca ağızlı çirkin Peugeot'lardan ne farkı kalmış ki bunun? Uzaktan baktığında hepsi birbirine benziyor. Ford yeni "Kinetik" konseptini ilk olarak Mondeo modeline uyguladı, daha sonra Focus ve Kuga geldi ve ürün gamının tamamına bu yeni yüzü uyguladı. Günümüzün trendi bu maalesef, her markanın bir yüzü var ve bu tüm modellerine uygulanıyor. Bir Audi ya da BMW ye baktığında onu mutlaka tanırsın, bu eskiden beri böyleydi, şimdi diğer otomobil üreticileri de aynı yolu seçip tüm modellerine aynı yüzü veriyor.
Ancak burada bir problem var; bir elbise, onu giyen herkese yakışacak diye bir şey yoktur! Bütün gün, magazin dergilerinde ya da MTV'de gördüğü ünlülere özenip, onlar gibi giyinip bir de o yapıştırma havayla maymun gibi gezindiğinin farkında olmayan bir sürü bireyde olduğu gibi, otomobillerde de her yüz her modele yakışmıyor. Kuga ve Mondeo hatta Focus bile kaldırabildi o konsepti ama Fiesta ve Ka? Üstüne üstlük, aracın iç tasarımı da tam bir kabus. Sivri hatlar, kullanıcısını kendinen uzaklaştıran bir hava vermiş kokpite. Çok itici.

Modern çizgiler, genç tasarım gibi palavralar uğruna, güzelim Ford Fiesta tarihe karışmış, yerine Koreli otomobillere benzeyen bir araç gelmiş... Bunu da beğenen bir sürü insan olacaktır şüphesiz, ancak, tasarımdaki bu yanlış strateji nedeniyle eski Fiesta, şimdiden adına "Fun Club" kurulacak bir klasik olmaya aday!

Yaşasın eski Fiesta!

Metrobüs Salaklığı

Yaşasın metrobüs!
Evet, ulaşım problemiyle dünyanın sayılı kentleri arasında yer almayı başaran İstanbul için, en azından belli bir bölümünü rahatlatacak bir proje gerekliydi. Neyle çıkageldiler? İlk başlarda, bu yol üzerinde seyreden, iett otobüsleri ve minibüsler için özel yan yollar yaptılar, ancak E-5'den semt içlerine ayrılan yollara girmek isteyen araçlar da bu yan yolları kullanmak zorunda kaldılar çünkü maalesef akıllarına kavşak yapmak gibi insancıl bir çözüm gelmedi ki, bu da o yollarda inanılmaz trafiğe neden oldu. Yani ne oldu? Olmadı! Sonra akıllarına ne geldi? Metrobüs! Metro ve otobüs mantığının melezi olan bu ulaşım sistemi sayesinde her gün milyonlaca insan eskiden saatler süren bir mesafeyi artık dakikalar içerisinde katedebiliyorlar. Balık istifi, ite kaka... Ama zaten dünyanın en modern sistemini bile kursan, bu kentin nüfusunu oluşturan çoğunluğun doğası nedeniyle, yine ite kaka olurdu.

Peki bu hızlı ulaşım sistemin neresi salaklık?
Şurası; öncelikle E-5 denilen o yol bir otoban yani araçların kesintisiz ve hızlı ulaşımını sağlaması gereken "çevre yolu". Bir caddeden farkı bu. Peki E-5 yolu üzerinde şu an, bir aracın ortalama seyir sürati nedir? Cevap: 50, şehir içi hız limiti di mi? Burada bir terslik mi var ne? Peki bunun sebebi ne? Sebep, metrobüs yolu yapılacak diye şeritlerden çalarak, yolun daralmasına sebep olmak. "Ama eskiden de bu yol 3 şeritti, hala 3 şerit?" Sana öyle geliyor bay çok bilmiş. Şerit demek, sadece belli bir yolu parçalara bölmek değildir. Bunun uluslararası kuralı kaidesi, standartları var, öyle kafana göre yapamazsın. "Uluslararasınden bize ne, burası Türkiye". Hı hı, evet burası Türkiye, ancak kullandığın araçların hiçbiri Türkiye'de, Türkiye'nin yol durumuna göre üretilmiyor maalesef (öyle üretilenleri hepimiz gördük biliyoruz), onlar uluslararası standartlarda üretiliyor, dolayısıyla senin yolun da öyle olmak zorunda!

Zaten bu şehirde trafiğe çıkan bireylerin çoğu araç kullanmaktan bir haber. Boş tarlada aracın pedallarına basıp direksiyonu çevirmek değil araç kullanmak, belki haberin yoktur diye söylüyorum, onun da kuralları kaideleri var. Tabi aslında bu senin değil, sana araba kullanmayı öğretemeyen ama yine de bu yetkiyi eline verenlerin suçu. Şeritleri kullanamayan, araba kullanırken araç içinde orası burasıyla oynayan, aklı yan arabadaki bayan şöföre gittiği için, çıkacağı sapağı son anda farkedip aniden frenleyerek en soldan en sağa geçmeye çalışan bir sürü salağın içerisinde araba kullanmaya çalışıyoruz bu şehirde. Üstelik bu salaklar aynı zamanda küstah da... Hem suçlu hem güçlü deriz ya, işte ondan. Gırtlaklanacak öyle çok "iki ayaklı" var ki.

Ve sen, bunca salağın, normalde bile kullanamayı beceremediği yolu, hem daraltıyorsun, hem emniyet şeridini ortadan kaldırıyorsun, hem de o yolu 77 günde yarım yamalak tamamlamak uğruna (tamamlandı dediklerinde yolda ne durak vardı, ne de o duraklara inen merdivenlerin trabzanları. Kasten adam öldürmekten yargılayabilirsin bunu yapanları), inşaat makinelerinin delik deşik ettiği yolu öylece bırakıyorsun ki bizim otomobillerimiz o delik ve tümseklere düşe çıka iyice yıpransın, arızalansın, milli serveti havaya saçalım...

Neyimiz düzgün ki bu düzgün olsun demeyin, artık birşeyleri yaparken, aklımızla yapmanın zamanı geldi. Bu kadar ciddi işleri bile akılları yerine kıçlarıyla yaptıkları sürece, bu topraklara yaşayanlara gün yüzü yok!

"Peki ne yapacaklardı bay Bokuyla Kavga Eden Adam?"

Şöyle yapacaklardı canım; o yolu, otobandan şerit araklamadan, sadece iki yolun arasına direkler dikerek yukarıdan geçireceklerdi, böylece ne otoban daralacak ve güvensiz bir hale gelecekti ne de trafik yoğunlaşacaktı. Aslında Metro olduğu için yerin altından geçmeleri gerekirdi ki, onu zaten 30 senede bitiremez, bitirseler bile ilk depremde çökerdi. Ancak yolun üzerinden gidebilirlerdi... Peki neden yapmadılar? Pahalı geldi... Onun yerine ortalığı bok etmek daha ucuzdu...

Eh bize de zaten bu yakışırdı di mi?

18 Ekim 2008 Cumartesi

Bokspot

Şimdi, tasarımcı olmak çok ilginç birşey. Öncelikle eğer kendiniz için birşeyler tasarlıyorsanız asla ama asla tatmin olamıyorsunuz. Olmuyor abicim, "hah tamam işte budur" diyemiyorsunuz. Şu blogun tasarımına karar verene kadar 10 defa yaptım bozdum burda. Yine de tam istediğim gibi olmadı... Olmasın. Oldu bi kere.

Merhaba!

Hoşgeldiniz, ya da gelmediniz, beni o kadar da alakadar etmiyor. Burada okuyacaklarınızdan (tabi eğer bişey okuyacaksanız, çünkü burda öyle göt meme resimleri falan değil, yazılar olacak) ne edineceğiniz ya da size birşey katıp katmayacağı da beni alakadar etmiyor. Gündelik standart rahatsızlıklarımı, o rahasızlıkların kaynaklarına bağıramadığımdan (evet yemiyo) burada bağırmayı hedefliyorum. Provokatif, bazen rahatsız edici bazen ise "evet lan adam dooru diyo" dedirtecek, hepinizin yaşadığı, bildiği ve sevmediği şeylerden bahsediyor olacağım. Bu arada, "hepiniz" derken öyle hepinizden bahsetmiyorum. Bana benzeyen hepiniz, benim gibi düşünen, benim gibi yaşayan ya da yaşama hayali olan kişilerden bahsediyorum. "Biz hepimiz" desek daha doğru olacak gibi. Her neyse bana ne?
Eh, o zaman haydi hoppaaa...